Batı kültürü etkisinde gelişen Türk edebi yatını yeterince kavrayabilmek için, Batı’nın ve Türk toplumunun Batılılaşma sürecinin iyi bilinmesi gerekir. Çünkü toplumların kültür ve sanatının en temel belirleyicileri toplumsal, siyasal ve ekonomik yapılarıdır. Batı etkisindeki Türk Edebiyatı ve sanatçılarına geçmeden önce 18. Ve 19. yüzyıltardaki Batı ve Osmanlı toplumlarının sözünü ettiğimiz yapılarına değinmekte yarar var: Batı, 18. Yüzyıla kadar gelinlen süreçte, “reform” la dinin yaşamın her alanındaki belirleyiciliğinden kurtuldu.
Rönesansia sanatının temellerini buldu. Yani coğrafi keşiflerle, sömürgecilikle zenginleşti. Feodaliteden uiusal devletler yapısına geçti. Bilimsel buluşların aydınlığına kavuştu. 1789 Fransız Devrimi, bu köklü dönüşümlerin en önemli sonucudur. Bu gelişmelere karşılık Osmanlıda şeriata dayalı ortaçağ yapısı egemendi. Sürekli savaşlar ve iç ayaklanmalarla iç güvenlik bozuldu. Ulusal bağımsızlık isteyen azınlıkların savaşımı var olan bu o-İumsuz yapıyı daha da sağlıksızlaştırdı. Doğu ve Osmanlı pazarlarını zorlayan Batının sanayi ürünlerine gümrük duvarları konulamadı. Ve ekonomi bütünüyle iflasın eşiğine geldi. 18. yüzyılda Osmanlı, Batının her alanda üstünlüğünü kabui etti. Kökİü olmayan, bütüniüksüz, karşı tepkiler karşısında duraklamalı birtakım yenilik harekelerine başladı. En köklü kurumlarını yenilemek gereğini duydu. II.Mahmut ve ili. Selim dönemleri birçok yeniliğe sahne olur. Avrupa’ya öğrenci gönderilir. Askeri ve sivil okullar açılır. Bu çabalar yeterli olmaz. Çünkü toplum sömürge koşulları içindedir. Bu koşullar değişmeden girişilecek reformist eylemlerin başarılı olması olanaksızdır. 1830′u yıliara gelindiğinde içteki egemen çevreler, yönetici kadronun belli bir bölümü, iyi niyetli az sayıda aydın, Batı yörüngesinde bir takım üst yapı değişimleriyle imparatorluğun kurtarıiabiieceğini inandılar. Bu İttifakta yer alan büyük toprak sahipleri, fiilen el koydukları toprağın mülkiyetini hukuksaüaştırmak İstediler. Böylece içteki egemen çevrelerle, kapitalist Avrupa’nın çıkarları bir noktada örtüşmüş oldu. Tanzimat’ın başlangıcı, I.Abdülmecit döneminde Mustafa Reşit Paşa’nm ( padişahın ağzından ) yazdığı bir fermanın okunuşudur. 3 Kasım 1839′da okunan bu fermana, “Tanzmat Fermanı” ya da “Gülhane Hattı Hümayunu” denir.
Tanzimat Fermanında yer alan bazı saptama ve ilkeler şunlardır:
Son yüz elli yılın olumsuzluklarının nedenleri şeriata uymamaktan kaynaklanmaktadır. Can, mal, ırz güvenliği sağlamalıdır. Vergi, gelire göre alınmalıdır. Askerlik hizmetleri düzenlenmelidir, Rüşvet kaldırılmalı. Aylık sistemi uygulanmalıdır. Açık yargılama benimsemeli, insan haklarına saygı yerleştirilmelidir. Azınlıklar arasında eşitlik sağlanmalıdır.
Tanzimat yukarıdan aşağıya, yani devletten halka doğru birtakım değişme ve yenileşmeyi öngörmektedir. Padişahın yanında, onun yetkilerini kısmen paylaşan, yüksek memurlar katı yaratıldı ve İslam meşveret yönetimi, parlamentahzme dönüştürülmeye başlandı. 1876′daki I.Meşrutiyet ve 1908′deki II.Meşrutiyet, bu çaba ve beklentilerin bir sonucudur. Bu düzenlemeler eskiyi bütün kurumalarıyla değiştirmeyi amaçlamaz. Eski kurumlar varlığını sürdürürken buna yenileri eklenir, örneğin medrese durur, bunun yanında darülfünun (üniversite) ve diğer okullar kurur. Tüm bu hareketler, köklü bir değişimi içermediğinden, temeldeki sorunları çözememiştir. Halkın toplumsal ve ekonomik öziemleine yanıt verememiştir. Ve sonuç çöküş ile Avrupa’nın açık pazarı olmaktır. Toplumsal ve ekonomik alandaki bu gelişmeler, sanat – edebiyat yaşamındaki yansımalarını da bulacaktır. Yeni kuşaklar Batı edebiyatlarını örnek alan bir dönemi başlattılar.