Ecdada Ve Tarihi Mirasa Saygı

                                      Ecdada Ve Tarihi Mirasa Saygı

Hikâye Öncesi Faaliyet:Aşağıdaki yazıyı okumaya başlamadan önce tarih bilgisinin önemini kısaca hatırlatabilirsiniz. Tarih bilgisinin, geçmişi günümüze ve geleceğe bağlayan bir köprü gibi olduğunu söyleyebilirsiniz.

Hikaye:

Tarihimize Sevgi, Ecdadımıza Hürmet

Her millet, kendi tarihine sevgiyle bağlıdır. Tarihini bilmeyen, kültürel değerlerine sevgiyle ve saygıyla bağlı olmayan bir millet, kökleriyle toprağa bağlı olmayan bir ağaç gibi en ufak rüzgârda yıkılıp gider. Bizler de tarihimizi ve tarihte yaşayan kıymetli büyüklerimizi sevmeli, onlara gönlümüzde derin bir hürmet beslemeliyiz. Onların faziletlerine sahip çıkmalı, yaptıkları hatalardan da ders almalıyız. Böylece aynı hatalara düşmek tehlikesinden korunmuş oluruz. İşte size tarihimiz sevmek için birkaç sebep:

Mazi Damarı Kesilen İnsanlar

İnsan vücudunda kan akışının en güçlü sağlandığı şah damarının diğer bir adı da can damarıdır. Can damarı kesilen canlının hayatta kalması imkânsızdır. Birçok düşünür de milletlerin tarihi geçmişleriyle olan bağlarını, can damarına benzetir. Geçmişle olan bağlarını kesen milletler, çok yaşayamazlar.

Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1940’lı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı yaparken yabancı bir misafir topluluğuna Süleymaniye Camii’ni gezdirir. Ardından misafirler, Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesini ziyaret etmek isterler. Fakat o zamanlar ülkemizdeki bütün türbeler kanun gereği kapatılmıştır. Yani türbenin ziyaret edilmesi yasaktır. Hamdullah Suphi Bey, ne diyeceğini bilemez bir türlü! Sonunda sıkıla bozula der ki: “Bir müddet mazi ile alâkamızı kesmek istedik. Onun için türbeleri kapattık!” Hamdullah Suphi Bey’in kendilerine şaka yaptığını zanneden ziyaretçilerden biri, bakana şu cevabı verir: “Tarihi olmayan milletler, tarih yerine masal ve efsane uydurarak kendilerini tatmin ederler. Sizin ise büyük bir tarihiniz var. Bu tarihi yapanların türbelerini nasıl kapatırsınız?”

Arnavut Yemini

Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra bu devletin dört asır boyunca yönettiği topraklarda yaklaşık 60 devlet kurulmuştur. Rum, Ermeni, Arnavut, Sırp, Boşnak, Yunan, Bulgar, Macar, Arap, Fars, Laz, Çerkez, Kürt demeden bütün bu milletler, barış ve huzur içinde yaşamıştır.

Bugün Arnavutluk kültüründe Türk kelimesinin çok ilginç mânâları vardır. Hıristiyan Arnavutlar, kendilerinden biri Müslüman olduğunda onun için “Türk oldu!” derlermiş. “Türk” kelimesi ayrıca, “doğruluk, dürüstlük, yiğitlik, efendilik ve hak bilirlik” manalarına geliyormuş. Hatta bazı Arnavutlar, birbirlerini ikna edemedikleri zaman şöyle yemin ederlermiş: “Doğru söylemiyorsam Türk olmayayım!” Hak ve adalette dört asır fazilet âbidesi hâline gelmiş bir nesle ve tarihe saygı duymamak, onlar hakkında bilgisiz ve câhil kalmak, hak ve adalete sığmayacak bir davranıştır.

Sade Sultan

“Osmanlı tarihine ve büyüklerine neden saygı duyalım?” sorusunu zaman zaman kendimize sormalı ve mantıklı cevaplar aramalıyız sevgili arkadaşlar. İşte size mantıklı bir cevap:

Osmanlı padişahları, tamamen sınırsız imkânlar içinde son derece mütevazı bir hayat yaşamışlardır. Bir düşünsenize, padişahsınız. Emrinizde binlerce insan var. En ufak isteğiniz en büyük emir olarak kabul ediliyor. Pek çok insan böylesine bir gücün ve ihtişamın içinde şımarık, vurdumduymaz, sorumsuz bir hayat yaşamaya meyleder. Fakat Osmanlı sultanları bunun tam tersine mütevazı, büyük bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmişlerdir. Mesela kim? Yavuz Sultan Selim. Yavuz Sultan Selim, son derece sade giyinmeyi severmiş. Elbiselerini de genellikle eskiyinceye kadar kullanırmış. Günde iki öğün yemek yer, sofrasında da bir veya iki çeşit yemek bulunurmuş. Mesela Sultan IV. Murat. Savaşa giderken askerleri gibi pek sade bir hayat yaşarmış. Askeriyle aynı sofraya oturur, onlara ne pişirildiyse aynı yemeği onlarla birlikte yermiş. Atının eğerini yastık yaparak kırlarda, açık havada uyurmuş.

Şimdi çevrenizdeki insanların hayat şartlarını düşünsenize! Pek çoğumuz, bir Osmanlı padişahından lüks yaşıyoruz desek yeri var. Bir de zamanımız zenginlerinin hayat tarzlarını düşünün!

Vakıf Ülke

Hayatları boyunca Allah’ın rızasına uygun ömür sürmekle yetinmemiş dedelerimiz. Yaşadıkları müddetçe insanlara, hayvanlara; hatta bitkilere hizmet ettikleri yetmezmiş gibi bir de, “Biz öldükten sonra acaba bu canlıların hâli ne olur?” diye dert edinip hayır kurumları ve vakıflar kurmuşlar.

İstanbul’da 1453 ile 1521 seneleri arasında 1163 vakıf kurulmuş. 1521 ile 1547 yılları arasında ise 1268 vakıf daha açılmış. Herhâlde bu kadar vakfı az görmüşler ki 1547-1579 arasında 1193 vakıf daha açmışlar. Bu vakıfların en büyüklerinden olan Ayasofya Vakfı’nın yıllık geliri 718.421 akçedir. Fatih Külliyesi vakfının ise yıllık bütçesi 1.500.000 akçedir. 1498 senesi devlet bütçesinin 1.000.000 akçe olduğunu düşünürseniz vakıfların devletten bile zengin olduğunu anlayabilirsiniz.

Dedelerimiz; kışın aç kalan kuşların beslenmesi, yaralı göçmen kuşların tedavi edilmesi, bayram günlerinde şehirdeki ve kasabalardaki çocukların sevindirilmesi, et fiyatlarının kış aylarında yükselmemesinin sağlanması, hac yolunda parasız kalanlara para dağıtılması, camilerin ve türbelerin temizlenmesi; Ramazan ayında camilerde hurma, zeytin gibi iftariyeliklerin dağıtılması, fakirlere elbise temin edilmesi, hamalların dinlendikten sonra yüklerini sırtlanabilmeleri için mola taşları dikilmesi, yüksek dağlarda ve geçitlerde kardan ve tipiden korunmak için sığınak yapılması, yaz aylarında sıcaktan bunalanlar için gölgelik yapılması ve icap eden yerlere su küplerinin konulması gibi birbirinden güzel daha nice vakıflar kurmuşlar.

“Biz öldükten sonra acaba bize hürmet ederler mi? Bizim hayatımızı örnek alıp yolumuzdan yürürler mi?” diye de hiç endişe etmemişler. Çünkü torunlarının böyle bir hataya düşmeyeceklerini bilmişler.

Saray Akademisi

Osmanlı Devleti’nde padişahtan başlayıp her kademedeki devlet adamı, ilme ve sanata büyük değer vermişlerdir. İlim ve sanat erbabının yetişmesi hususunda onların çalışmalarını özenle desteklemişlerdir. Kitap yazan ilim adamlarına kese kese altınlar, birbirinden kıymetli şiirler yazan şâirlere birbirinden kıymetli hediyeler takdim edilmiştir. Âdeta Osmanlı sarayı, yüzyıllarca bir ilim ve sanat akademisi gibi çalışmıştır.

Sultan II. Bayezid, devrinin en büyük hat sanatkârı olan hocası Şeyh Hamdullah´ın sanatına olan hürmetini ve sevgisini bakın nasıl göstermiş: Sultan II. Bayezid, hat üstadı yazı yazarken, hocasının mürekkep hokkasını tutmuş; hocası rahat etsin diye hocasının sırtını yasladığı yere yumuşak yastıklar koyarmış. Bunu yapan devrin hükümdarıdır.

Hakk İçin Halkını Düşünür

Halka hizmet, Hakk’a hizmettir şuuruyla yaşarlar. Onlar; yaratılanı, yaratandan ötürü severler. Yaratandan ötürü yaratılana hürmet ederler, şefkatle muamele ederler.

27. Osmanlı Sultanı I. Abdülhamit zamanında Osmanlı ordusu, Tuna boylarında Ruslar’la savaşmaktadır. Savaşın Kumandanı Koca Yusuf Paşa’dan padişaha bir mektup gelir. Mektupta felaket haberleri vardır. Özi kalesini ele geçiren Ruslar, kaledeki 25 bin masum insanı vahşice şehit etmişlerdir. Bu satırları okuyan sultan, “Ah, mel’unlar!” diye feryat ederek yere yıkılır. Halkına yapılan bu zulmün acısıyla sultana felç inmiştir. Doktorlar, tedavisiyle ne kadar uğraşsalar da padişah, kısa süre sonra Hakk’ın rahmetine kavuşur. Tarihler, vatandaşının acısıyla bu derece hemhâl olan bir başka devlet adamı görmemiştir. Bizlere düşen, o güzel insanları hayırla yâd etmek, aziz ruhlarına Fatihalar bağışlamaktır.

Hikâye Sonrası Faaliyet:Tarihî anekdotları anlattıktan sonra şu soruları sorabilirsiniz: Bir genç, “doğru tarih” bilgisine sahip olmak için neler yapmalıdır? Tarih sevgisinden ve bilgisinden mahrum bir genç, hayatta neler kaybeder? Ecdada saygı göstermenin yolları nelerdir? Ecdadı gibi halkına merhametli olmak isteyen bir genç, bugün ne yapabilir? Vatan sevgisini tarihinden öğrenen bir genç bugün ne yapabilir?