Edebiyat insanlar, onların hayatları, yaşadıkları olaylar, birbirleriyle ilişkileri ve toplumla ilişkileri soncu oluşmuş bir kavramdır. Edebiyat bunlardan soyutlanamaz. İnsan edebiyatın ana damarıdır. Böyle olunca edebiyatta gerçeklik payı azımsanamayacak kadar yüksektir. Aslında bir yazarın kafasının içinde yaratılan edebi eserler kurgulanmış olsa da gerçeklik dışına çıktığı anda çekiciliğine de kaybeder.
Yeri geldiği zaman bir toplumun belli bir dönemi anlatılmış, bazen bir bireyin hayatı konu olmuş, bazen bir fikir etrafında gelişmiş eserler vardır. Okuyucu bu eserleri okuyup haz aldığı kadar gerçek şeylerde bulmalıdır. Edebiyat ve gerçeklik bu sebeple iç içe olması gereken iki unsurdur.
Gerçeklik bireye olduğu gibi de anlatılamaz. Bu bilgi verme gibi olacaktır ve edebi olmanın dışında bir tutum oluşur. Gerçekliği belli bir kurgu dâhilinde, kafada tasarlayarak, şekillendirerek yazmak gerekir. Ancak bu şekilde gerçek bir edebiyat eseri olur. Ne gerçeklikten uzak durulmuş olur ne de edebi sınırların dışına taşılmış olur. Bu ortadaki duruma edebi gerçeklik adı verilmiştir.
Yazar öncelikle konusunu seçer. Tarihini, olayı, içeriği ve kişileri sentez yapar. Bu bilgiler ışığında kendi düşünceleri, kendi psikolojisi, kendi iç dünyası ile harmanlayıp, harika bir kurgu yapıp esere dönüştürür. Bu edebiyat ve gerçeklik ilişkisinin somut bir delilidir. Aynı zamanda da edebiyat için çok özel bir eserdir. Edebiyatta gerçeklikten asla uzak durulamaz, kurgusuz bir edebi eserde asla düşünülemez.